30 Ekim 2010 Cumartesi

Kıskanırım Seni Ben!


Bu gün maşallah götüm gibi gelen; soğuk, ıslak -ve tekrar soğuk- ama bi o kadarda ‘The Notebook’ filmindeki “yağmurda sevgiliyle el ele yürüme” parodisini bize yaşatma fırsatını veren kasım ayının şerefine sahilde yürüyüşe çıktık.
Ufukta bi çift görünüyodu. Tartışıyorlardı sanırım, zira bize kadar gelen bağırışmaları romantik ambiyansımızın ta içine etmişti.
Belli ki çocuk kızı çok bunaltmıştı üstüne bide kalkıp ona bağırıyodu seviyesiz. -Ya da ben tamamen feminist içgüdülerimle bütün suçun çocukta olduğunu düşünmek istedim, bilemiyorum- Mevzu da kıskançlıktı besbelli. Çocuğun böğürerek ettiği hakaretlerden bazılarını seçip tanımlayabildiğim vakit, bu kanıya vardım. Kız da o kadar zavallı görünüyordu ki, belli yani bi suç işlemiş çıkaramıyodu sesini hiç.
Ama çocuk da kim bilir kızı nası insanlıktan çıkardı, nası bi dehlizlere sürükledi de kız tüm bu hakaretlere sessiz kalabilcek bişiler yaptı?
--
“Hıh ne yaptıysa yaptı, yerden göğe kadar haklıdır bence.”
Edi:
“Hah olayı kafanda kurduğun yetmedi de bi yorum yapmadığın kalmıştı üstüne. İşi gücü pencereden insanları dikizlemek olan kocakarılar gibisin!” diye söyleniyordu ki ;
“Yok artık!”
“Ne var?”
Tüm algı gücümle o çifte yoğunlaşmış olan ben, bi ara kızın kendisine bağırıp hakaretler yağdıran o kekomançi tipli hödüğün peşinden gittiğini görür gibi oldum!
“Yok daha neler! Ben olsam hayatta gitmem peşinden o deyusun!”
“Ahaha bah hele, sen olsan n’aparmışsın bakalım?”
-----
Ben olsam o öyle olmazdı işte… Ben olsam o ayının peşinden gitmezdim işte…  Bana kıskanç manyak paranoyak şuursuz karıı’ diye tükürükler saça saça höykürcek kekonun ben alnını karışlardım işte…
Hem bence varya o çocuk karaktersizin teki. Kim bilir her masum ayağıyla avına yaklaşan o yollu sürtüklere yaranmak için ne maymunluklar ne komiklikler yapmıştır deyus. Bi cıvık cıvık tavırlar, hareketler. Ben bilmezmiyim malımı. Her tanıştığıyla samimi olmasa götü çıkar ya gerizekalının.
Sonra birden fark ettim ki mesele benim meselem, kıskanan da aldatılan da ben olmuştum! -Aldatılmak nerden çıkmıştı şimdi tam olarak bilemiyorum ama- artık kan beynime sıçramış, alt dudağım seyirmeye başlamıştı bile.
Ben olsam, önce o yollu sürtüğün hakkından gelirdim. Kızı yere sabitleyip afrika çöllerinde üstüne bal dökerek karıncaların onun frenç manikürlü tırnaklarından başlayıp tamamını kemirmesini izlemek ya da cımbızla 3 yılda onu kemiğine kadar yolmak fikri çok cazip gelmeye başlamıştı bile..Hatta ve hatta kadın olmanın -ama kıskanmış, kıskançlıktan deliye dönmüş bıraksan dünyanın fitilini ateşleyebilcek, evil women top 10 listesini baştan yazabilcek elizabeth bathory’yi tahtından edebilecek, insanlik için tehlike arz eden kadın olmanın-  nimetlerini kullanarak pek tabii kendim de bi işkence aleti tasarlayabilirdim. Mesela boynuna bi ip bağlayıp ayaklarının altına da alçalıp yükselebilen bi platform yerleştirirdim. Onun da üstüne basınç noktalarını ve şiddetini ölçen piezotronik basınç sensörlerinden -çok teknik konuşuyorum, hayırdır insallahJ- yerleştirmeliyim ki hareketi algılayabilsin. (Hani şu Nintendonun lanet olası sevimsiz mühendislerinin benden önce tasarlayıp hayata geçirdiği, hareketleri doğru yapıp yapmadığını kontrol eden, arada da şakalar yapan wii’nin gereksiz fitness oyununda olan step tahtası görünümüne büründürülmüş ‘şey’den.) Böylece o lanet sürtük hareket ettikçe switch hareketi algılayacak, platforma sinyali çakıcak, platform da alçaldıkça ip yavaş yavaş boynunu sıkmaya başlıcak.. Gerisini al eline bi kilo çiğdem izle. Hahha:)

Gel gelelim bizim tırtoya. O da benim şerrimden nasibini alcak elbet;
1-Öncelikle sosyal paylaşım sitelerinde adına bi üyelik alıp, kabak gibi resimlerini de koyup, profilini de “gay” yaptımmıydı geriye sadece okulu ve çevresinin onu görebilceği yerlere üye yapmak kalıyo.
2-Eşcinsel dergilere abone olup adres olarak onun ev adresini vermek ve derginin herhangi bi sayısının ailesinden birinin eline geçmesini beklemek de eğlenceli olabilir.
Bunlar sadece planlarımın ‘psikolojik savaş’ kısmının küçük bi bölümü. Daha onun naçiz vücudundan sabun yapmak olsun, bi takım uzuvlarından boynuma kolye yapmak olsun, fantastik fikirlerim mevcut fakat burası genel izleyici kitlesine hitap eden bi blog olduğundan o konuya burada girmek istemiyorum şimdi. Ama, eğer ki başıma böyle bişi gelirsee, işte o zaman neler yaptığımı akıl hastanesindeyken yazdığım “bir psikopatın günlükleri” serisinden takip ediceksiniz muhtemelen. Evet “günlük-leri” oluşturabilecek kadar çok orijinal fikrim var açıkçası:)
-----
“Heey! n’aparmışsın dedim?” 
“Hiiç” dedim. GülümsedimJ “Bırakırım gitsin gerizekalıyı. Elimi sallasam ellisi”.
Pek inanmadı ama olsunJ
Sonra da yürüdük gittik kendi halimizde, ıslana ıslana..;)

Kıskanan insanın napcağı belli olmuyo cidden, ben bile kendimi tanıyamıyorum be, o derece :P
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ps: Bu hikayedeki olay kişi ve kişilikler tamamen hayal ürünüdür. Biri hariç ^ ^
Ps 2: Ha bi de geçenlerde katıldığım dünya hiçbir şey satın almama günü etkinliği vardı ya. Onunla ilgili olarak gayet başarılı olduğumu söylemek isterimJ Hayati ihtiyaçlar dışında tek bişey almadım vallahi. Ama o minik sevimli pufidik tüylü pembiş pompiş köpecikli kulaklık yokmuJ Benim için tamamiyle hayati bi ihtiyaçtı ve onu satın almak kesinlikle paha biçilemezdi. Geri kalan her şey içinse; Edi:) Sonuçta o bu etkinliğe katılmadı, dimi ama:P



17 Ekim 2010 Pazar

Bir Alışverişkoliğin İtirafları



Uzun süredir bir alışverişkoliğim ve de durumum hiç iyiye gitmiyor.
İsviçreli bilim adamları  ‘saçın yarısını normal şampuanla yarısını clear'le yıkamak kadar orijinal bi test metodu’ ya dasekiz açılı diş fırçası’  neyin icat etmek yerine benim gibi alışverişkolikler için bi ilaç bi şurup falan üretseler ya. Zira her geçen gün battıkça batıyorum. Baksan fotokopi çektircek param yok ama gelsin elbiseler gitsin çizmeler, gözlükler.
Artık kredimin yattığı gün adeta bi bayram havası bi doğumgünü bi yılbaşı benim için. Hatta gerçek yılbaşından o kadar haz almıyorum o kadar söyliyim:)
--
Yine böyle bi kredi günüydü. Lanet olsun öyle bi güne denk gelmişti ki hayatımda ilk defa alışveriş günümü aksatma tehlikesiyle karşı karşıyaydım god dam it!
Dişçi randevumu hayati gerekçelerle erteleyerekten çıktım alışverişime. Kutsal mekanımda aldım soluğu.
Elbiseler, etekler, babetler.. Hepsini, hepsini almalıydım. Doldurdum sepete. Fakat bunların hepsini alamam kasada “Bakiyeniz yetersiz hanfendüü” şeklinde sevimsiz bi uyarıyla karşılaşmıcak kadar şuurumu kaybetmedim henüz. Geçtim kabine, eleme yapıcam. Ha bu arada o kabindeki eleman varya; canımsın. Bana gevşek gevşek “Varyaa yemin ederim olağanüstü yakıştı.” “Bence varya mor tam senin rengin.” “Bu elbise sanki sadece senin için yaratılmış aman tanrım yok böyle bi güzellik” filan dedikçe onu göğsüme bastırmak, şefkatle okşamak, hiç ama hiç bırakmamak hatta eve alıp beslemek istiyordum.
Ama sağolsun eleme yapma konusunda bana faydası sıfırdı. Umutsuzca elimdeki yığını karıştırırken çirkin bi bez parçası geçti elime, bi 'bolero'. “ıyy” dedim "ben bunu nası almış olabilirim ki. Hem tarzım değil bikeree. Yo yoo almış olamam karıştı heralde ben bunu üzerine para versen yer bezi yapmam yahu”  diyerek bi kenara fırlatıp  kasaya doğru yollanmıştım kii:
 “Ay bu çok güzeeaal!”
Döndüm arkamı ve gördüm o’nu işaret ediyodu. O demin yer bezi olarak nitelendirip aşağıladığım bez parçasını..
“Ne? Aman tanrııaam olamaaaz! Ben bu hatayı nası yaptım!?”
O anda zaman durdu sanki. Benim gardırobumun nadide parçası olacak boleroya göz koyan o aşağılık sürtükle göz göze geldik. Birbirimize sanki depar atmaya hazırlanan Etiyopyalı atletler gibi baktıktan sonra ağır çekimde hedefe koşmaya başladık. Koştuk koştuk koştuk.. -Taamam tamam abartıyorum, elimin altındaydı zaten- Ve tuttum! “O” ‘gardırobumun nadide parçası’ artık elimdeydi:) Durdum;
‘Hahaa onu ilk ben gördüm o benim anlıyomusun ha anlıyomusun benim, seni pis sürtük’ bakışı attım. Onunkiyse ‘kafan kopsun lanet kaltak’ bakışıydı.
Sıfırı tüketmiş biçimde eve döndüğümdeyse mağrur fakat gururluydum taa ki fotokopi çektircek kadar bile paramın olmadığını fark edene dek.
 ---
Sonuç: O boleronun henüz yüzüne bakmadım. Bırak yüzüne bakmayı etiketini bile çıkarmadım. Gardırobumun ‘en nadide parçası’nın gardırobumun kimbilir hangi ücra köşesinde olduğu hakkında en bi fikrim bile yok. Belki annem onu çoktan yer bezi yapmıştır bile bilemiyorum. Ahı mı tuttu nedir sevimsiz şeyin. Zaten annemde artık bu konuda bi psikoloğa görünmem gerektiği konusunda ısrarlı ama ben aynı şeyi düşünmüyorum ve bu düşüncemi yukarda koyduğum fotoyla iletiyorum kendisine:)Yalnız bu konuda bildiğim bişey varsa o da bugün o kadınla karşılaşsam bana “hahhaa nasılda aldırttım o paçoz şeyi sana, nasılda oyuna geldin ama” şeklinde kafiyeli bi bakış atcağıdır..


Ps: Bu etkinlik benim alışverişkolikliğimden kurtulmam için iyi bir başlangıç olucak gibi J
Ps 2: Yok yok bu etkinliğe katılmak artık benim için zorunlu değil mecburi. Zira meteliğe kurşun atmaktayımJ Bu sadece herhangi bişey  almaya param yetmezse kullanabileceğim ideal bir kılıf;)



5 Ekim 2010 Salı

Bir AB Gençlik Projesi: "Geri Dön Bir Bak"

"Yaratıcı Deli Kızlar" Ayşecan Hizmet, Şerife Gamze Ökte, Gülay Yıldırım, Ayça Çiftçibaşı ve Burçin Koçoğlu.
 Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları kapsamında Akdeniz Üniversitesi bünyesinde Mayıs 2010 tarihinden beri mükemmel bir proje yürütüyorlar: "Geri Dön Bir Bak".

Tamamiyle atık malzemelerni geri dönüşümünü hedefleyen çevreci misyonuna sahip bu projenin koçu ise Akdeniz Üniversitesi Dış İlişkiler Koordinatörü Tuğçe Çiftçibaşı Güç.

07.07.2010 - 24.09.2010 tarihler arasında üniversiteli gençlerle gerçekleştirdikleri atölye çalışmalarında  şişelerinden dünya bebekleri, şişe mantarlarından biblolar, gazoz kapakları, pet bardaklar, ceviz kabukları, çakıl taşlarından pek çok takı, ev eşyası, dekoratif ürün gibi pek çok yaratıcı tasarım ortaya çıkarmışlar ve AB'li parlamenterleri de etkilemeyi başarmışlar. Aynı zamanda basının da dikkatini çekerek projenin misyonunu geniş kitlelere ulaştırmış, geri dönüşüme ve bunun çevreye sağladığı avantajların büyüklüğüne dikkat çekebilmişler.

Atık malzemelerin hammadde olarak kullanılması çevre kirliliğinin engellenmesi açısından önemine örnek vermek gerekirse; kullanılmış kağıdın tekrar kâğıt imalatında kullanılması hava kirliliğini %74-94, su kirliliğini %35, su kullanımını %45 azaltabilmektedir. Örneğin bir ton atık kağıdın kâğıt hamuruna katılmasıyla 8 ağacın kesilmesi önlenebilmektedir.

Projenin amacı sadece geri dönüşüme dikkat çekmekle sınırlı değil. Turizmin başkenti Antalya'da otellerle iş birliği yaparak gençlere iş kaynağı oluşturmak tasarlanan ürünleri turistlere sergilemek ve bu ürünleri pazarlamak da projenin sağlayacağı avantajlar arasında..

Böylesine mükemmel bi proje çerçevesinde oluşturulan sergiye muhakkak katılmak destek olmak isterdim; ancak serginin şu an antalya'da bulunmasından dolayı bu benim için pek mümkün olmadı. Bu yüzden bu projeyi buradan duyurmak istedim. Çevreye duyarlı herkesin bu sergiye katılmasını şiddetle tavsiye ederim.


ydk
GERİ DÖN BİR BAK SERGİSİ�
 TARİH: 01- 06 Ekim 2010
YER: Akdeniz Üniversitesi Sanat Galerisi
AÇILIŞ GÜN: 1.10.2010 Cuma günü
AÇILIŞ saat: 16.30


http://www.abvizyonu.com/ab/ab-genclik-projesi-geri-don-bir-bak.html

1 Ekim 2010 Cuma

Keşfedilmeyi Bekleyen Ayakkabı(!)lar..




Bu tasarımlarla tesadüfen de olsa karşılaşmış olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum: RenuRenu Shoes
Resimleri ilk gördüğümde gördüklerimin birer ayakkabı mı yoksa bi sergiden fırlamış sanat eserleri mi olduklarına karar vermekte güçlük çekmiştim ama şimdi şundan eminim ki; başta onları ayakkabı olarak nitelendirmiş olduğumdan dolayı kendimden utanmalıyım :)



Ancak benim bu konuda hayal kırıklığına uğradığım tek şey bu ayakkabıların -ne yazık ki- henüz birer dijital çizimden ibaret olmaları. Ama işte esas meseleyi daha da ilginç hale getiren de buradan sonrası oldu benim için. Çünkü bu ayakkabıların 31 yaşındaki Sırp tasarımcısı Dunja Seselja’nın ayakkabıları üretime geçirmesi için tek bir şartı var: Hepsinin vegan-dostu ayakkabılar olarak üretilmesi!



Kendisinin de uzun zamandır sıkı bir vegan olması onu  cruelty-free ürünlerin (üretim aşamasında hayvanların istismar edilmediği ve gerçek deri ya da kürk gibi malzemelerin kullanılmadığı ürünler) kullanılacağı ayakkabı piyasasına yönlendirmiş olmalı ki çizimlerinin ana fikrini   “daha yenilikçi bir stil sunarak bu piyasaya katkıda bulunmak” olarak belirlemiş.


 Ayrıca vegan olmayan ve deri ayakkabılar tercih etmeye devam eden müşterilerin de ilgisini çekebilmek için tasarımlarının ilginç ve benzersiz olması gerektiğine inanıyor. Ve ben bu fikire bayıldım doğrusu :) Şu an tek ihtiyaç finansal destek! Umarım gelecekte bu çizimler gerçek birer ayakkabı olarak karşımıza çıkar ve onları azmin ve hayvan sevgisinin birer eseri olarak –eh tabiî ki bide ayağımıza geçirmeye kıyamayacağımızdan- vitrinlerimizde yerlerini alırlar :)



 BAYILDIM!!