5 Ekim 2011 Çarşamba

Ölesiye aç ve ileri derece miyopsanız hayat çok zor



Geçenlerde ıssız bi yerde pis bi tostçunun önünde söylene söylene tostumu bekliyorum.
 Adam ayvalık tostunu yeniden icat ediyo sanki. Birazdan "evreka evreka" diye dükkandan fırlayacak allah korusun. 
Ya da ben siparişi verince filan danayı kesti bağırsaklara doldurdu sucuk yapıp kurumaya filan bıraktı. İşte kesmeden önce sütünü sağdı ondan da kaşarı yapıcak. İnşallah ketçap hazırdır domatesten filan yapmaya kalkmaz hatta sorarsa iyisimi hiç bulaşmıyım ketçap istemiyorum amca diyim" filan diyorum.
 Peki ya sosisler? Acaba dananın neresinden yapcak? Oyy bak böyle düşününce bi midem kalktı acaba vaz mı geçsem? Piskevit yiyeydim iyiydi. İyi ama ya ben vazgeçtim diyince amca dellenip beni keserse, o kadar uğraştı sonuçta kaşardı sucuktu. Benden sucuk da yapar mı ki? Peki ya sosis? Acaba neremden yapar?"
Muhabbetin yeterince leş olması yetmezmiş gibi bide sürekli boka sarıyo nedense.
Açlıktan olsa gerek.
 Derken bi kedi sırnaşıyo ayağıma. Seviyorum onu, anneğğm diyorum ne tatlı şeysin sen öyle piç kurusu. Bi pati ver anneye" 
"-Ketçap mayonez?"
O sesi duyunca kediciğin öyle bi kaçışı vardı ki.
Dedim kesin bu adam bunun bütün ailesini doğramış, sucuk yapmış.
 Peki ya sosis?
...
Derken Ömer'i gördüm uzaktan. El salladım hemen, gel gel diye işaret ettim. Gülümseyerek bana doğru gelmeye başladı. Yaklaşınca netleşti suratı, netleştikçe de Ömerlikten çıktı, başkası oldu.
Kim bu be?
O kadar da gel gel yaptım elin adamına bide. Artık hiç bozuntuya vermedim, şaşırtıcı biçimde o da vermedi. Geldi öptü napıyosun görüşmeyeli dedi hiç dedim iş güç işte bildiğin gibi. Acıktım şimdi bişiyler yicem dedim. Sen buralarda yemek yermiydin ya dedi, güldü. Beni o kadar iyi tanıyo sanki deyus. Ya dedim şurda toplantım var ondan yani yoksa buranın sokağından geçmem o derece haha zaten kime anlatıyorum ki bende sen zaten huyumu gayet iyi biliyosundur dimi.
Durduk bi iki saniye. E konuşcak bişiy kalmadı tabi 2 dakkadır tanıdığın bi adamla ne konuşcaksın ki zaten. İşten çıktın galiba dedim evet dedi. Tamam o zaman yorgunsundur sen fazla tutmiyim seni görüşürüz nasılsa dedim. Tamam dedi görüşürüz elimi sıktı öptü kırk yıllık arkadaş gibi sarılıp vedalaştık. Ama içimden diyorum "ulan ne güzelde idare ettim ha attım tutturdum hehe" filan bi gaza geldim ben. Gazın etkisiyle olucak arkasından "Muzaffer'e de selam söyle" diye bağırdım.
 Ulan!? Muzaffer ne amınakoyim. Mert, Burak, Deniz ne güne duruyo.
Döndü;

"Pardon?" dedi.
O an;
----------------------------------------
- Pardon ? Şey açık konuşmak gerekirse biz nerden tanışıyoduk ya ben tam çıkaramadım.

1- Eeee şey küçükken biz aynı bale kursundaydık.

Yok olmadı bu.
---
2- Eeee şey ehehe bilmemki :) 
- E o zaman ne diye bi saattir lafa tutuyosun beni. Hastamısın
- Git be:( Sanki kendi kendime konuşuyorum amcık. Bakıyorum burda bi saattir bana Oscar lık ayak yapıyosun maşşallah. O zamaan "En di askır gouz tuu ..!?" Eee şey senin isim neydi?

Yok yok buda olmadı.
---
3- Yaa nerden olcak şeyden işte şey sen söyleyiver adını şey seminerinden "Doğada alglerin içgüdüsel davranışı ve inovasyon!?"

Alglerin içgüdüsü mü? hiç sanmıyorum:) Buda olmadı.
---
4-Hii sen baya tanımadın beni ya aşkolsun ay valla tanımadın ya hayretbişi. Yok yook gözlerinden belli oluyo anladım ben. keşke hiç seslenmeseydim ya ama hata bendee....

Bilemiyorum ya, bu da olmadı gibi.
---
5- Tanışmıyoruz aaslında ben sadece benzetmişim. Ama sende baya anasının gözüymüşsün hiç çaktırmıyosun da ha tanıyomuş ayağına maşşallah insanı şapur şupur öpüyosun bıraksam götürcen ne ayaksın olm? Aayh yetişin a dostlar sapık var!

Yok yok o iş büyür ya tostçu amca filan çıkar bunu sucuk mucuk yapmaya kalkar. Gerçi hakediyo ya deyus.
Neyse buda olmadı.
---
6-Şey ya sen bizim Can'ın arkadaşı değilmisin?

Hah bu oldu işte. Evet evet böyle demeliyim. Kesin Can diye bi arkadaşı vardır bunun. Can çok popili bi isim çünkü. Benim çevremde bile "İsmi Can olan insanlar sınıfı" adında bi popülasyon bile mevcut.

Tüm bu senaryolar kafamdan bi 2 saniye içinde geçip giderken;
------------------------------------

"Pardon? Ne dedin anlayamadım." dedi sadece.
"Eee, Muzaffer dedim, selam söyle"
Gülümsedi.
"Tamam söylerim"

Yürüdü gitti. Arkasından bakakaldım.
Sonrasındaysa derin düşüncelere daldım.
"Kim la bu dallama?"



-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ps: Bu hikayede ana fikir artık ayvalık tostundan tiksindiğimdir. Sanırım sucuk ve sosisten de öyle

Sevgiler..




12 Nisan 2011 Salı

Bi Tutam Sevgi Birazda İlgi




Bugün her zamankinden erken kalktım biraz.

 Kabus gördüm çünkü;
 derste kıçına sakız yapıştırdığım fizik hocamı gördüm.
Elinde bi kangal sucukla üstüme doğru yürüyodu. Onunla ne yapmayı düşünüyodu, bilemiyorum. Ama hayırlı bişey olmadığını kestirebiliyodum surat ifadesinden.
Sınıfın köşesinde tek ayak üstündeyim. Ayağımda da parmak arası terlik, içinde çorap!

Öyle bi uyanmışım ki kan ter içinde şekerim felan düşmüş suratım bembeyaz olmuş, elim ayağım titriyo. 
Şekerim düşünce ben hemen bişiyler yemeliyim tabiî ki. Kalktım bi ekmeğe nutella sürdüm, kesmedi. Kaşıkladım, olmadı. Nesquikli süt içtim yemedi. Çift kaşarlı tost yaptım. I ıh doymadım gene. Dur dedim bi pankek yapıyım kendime, üstüne de şöyle bi böğürtlen reçeli… 
Yok olmuyo, doymuyorum!
İki yumurta kırayım bari dedim sonra. Bak bunu demişsem artık gerçekten de acil durumdur onu da söyliyim.

Çünkü;

Efendim bendeniz yumurtayı iyicene pişmiş severim.
 Ama sadece beyazı iyice pişmiş olcak, sarısı cıvık olcak böyle löp löp ekmek banmalık olcak tam, oy oy oy. Ama sen bunun ne kadar zor olduğunu bilir misin sevgili okucu? Ben bilirim! Ve işte bu durumun teknik açıdan mümkün olmadığını bildiğimden de genelde değişik mutfaklardan çılgın omletler yapmayı denerim, olmadı götümden uydururum, mındar olur, atarım. 
Ama bugün inandım, bildiğimiz sahanda yumurta yapcam, kendimce süpersonik pişirme yöntemleri geliştirmişim, ama tabi bu yöntemin işe yaraması için önce yumurtanın sarısının yuvarlak formunu bozmadan kırmayı başarmalıyım,
 işte bunu farkettim beşinci yumurtayı kırarken. 
Nihayet beşincide yakalayabildiğim formu bozmadan dikkatlice pişirirken -aldığım hazdan olucak- hafiften doyduğumu hissetmeye başlamıştım bile. Taa ki annemin “Bak şu yumurtanın sarısının içi pişmemiş gibi sen cıvık sevmezsin" diyerek ekmeğini yumurtamın ortasına saplayıncaya dek!
 Sonra ben o beş yumurtanın beşini de yedim yinede doymadım arkadaş. Bastırmıyorum açlık duygumu. Karnımda bi fil yavrusu var sanki anasını satiyim. Adı da edriyın filan. Severim ben edriyın ismini. 
Kuscam kusamıyorum.

Kalktım, böyle aynı Müjde Ar’ın filmlerindeki gibi köpüklü bi banyo hazırladım kendime. Kafam dağılır da açlığımı unuturum belki diye. Suya girdiğim anda derin bi huzur, sakin bi mutluluk, sessizlik, dipten gelen bi karın gurultusu!?
 Yoh artık acıkmış olamam ya!
Biraz daha eyleşmeliyim, vakit geçirmeliyim ama nasıl? 
Böğüre böğüre şarkı söylüyorum, tsunami simulasyonu yaratıyorum, yarattığım dalgalarla savaşıyorum yüzerek karşı yunan adalarına çıkıyorum. Burada bana pek dostça davranmıyolar. Merhaba, ben karşı kıyıdan geliyorum ve sanırım yüzmek beni acıktırdı diyorum, "hayır" diyolar "sen aslında acıkmadın bu senin bilinçaltının sana oynadığı adi oyunlardan biri. Yediğin kütlelerin midende atomaltı parçacıklarına kadar sindirilmiş olması senin kozmik evrende 5 yumurta yemiş olduğun gerçeğini değiştirmiyo evladım."
----------
-Atomaltı? Kozmik evren? Hocam?!
-Evet evladım hahaha
-Hassiktir!?
-Sucuk ister misin hahhahhaa
------------
Kaldırma kuvvetini keşfeden Arşimet gibi çıktım sudan. Tek fark "evreka evreka" diye değil "ananski ananski" diye feryat ediyo olmamdı.
---
"Ananski" dedim yine "o neydi lan öyle" açlıktan halüsiyasdjfkl görmeye başladım baya baya. 
Dedim sikerler afedersin bildiğin açım işte yahu allalaa. Gittim hemen bi makarna yaptım kendime. Ardından  intens sokuşturdum ağzıma. Cips dayadım üstüne, böyle burger kingte onun bunun tepsisinden yürüttüğüm bufalo  sosuna bandırılmış cips hemide. Yetmedi, ranch sosu ekmeğe sürüp tıkıştırdım ağzıma. Nefes alamıyorum artık ama daha da istiyo canım daha da ver doymuyorum. 
Doy-mu-yo-rum!
...

Sonra bi mesaj geldi telefonuma ;

“Seni özledim”

Açlığım durdu gibi.

“Bi daha böyle şeyler yapmayalım olur mu? Seni seviyorum  ”
...


Ohh doydum sanki…


-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ps: Eğer mutlu değilseniz götünüz büyür. Bu basit bir fizik kuralıdır, a ise b dir, kuantumdur, etkiye tepki kuralıdır, bileşik bir kaptır.
Sevgili fizik hocama saygılarımla…

1 Mart 2011 Salı

DOKUNMA BLOGUMA!



Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.

Bugün o kırmızı, iri puntolarla o yazıyı gördüm yaa; “hassiktir!” dedim.
“Bugün hepimiz aynı yazıyı yazmışız ehehe:)”

Şaka lan şaka öyle demedim tabii ki.
“Tüh” dedim ilk; “gitti bütün emeklerim!” Hani böyle hayal kırıklığı gibi bişeydi ilk hissettiğim. Ama sonra çok pis şeyler hissettim onuna söyliyim. Gerçekten pis.

-----------------------------------
Efendim aslında olay şu; Digitürk’ ün yayın haklarını elinde bulundurduğu Spor Toto Türkiye Süper Lig müsabakalarını, Blogger'da sayfa sahibi olan bazı kullanıcıların sayfalarında kanun dışı olarak yayınlaması, Google’a konuyla ilgili olarak Digiturk tarafından yapılan şikayetlerin bi bakıma afedersin pek siklenmemiş olması, digiturkün de haklı olarak dava açması ve kazanması bu yeni yasağın nedeni.
-----------------------------

Olayın asıl sebebini öğrendim ya, biraz da sakinleştikten sonra da hayallere dalmışım…
Mesela;
Dayanmışım gugılın yetkili bi kişisinin kapısına , diyorum ki “Bak beyim sen yetkili bi abiye benziyosun, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Yakışır mı sana çocuğun elinden şekerini alır gibi kalemini almak, yakışır mı elalemin düşüncelerine, emeklerine, hayallerine, nefretlerine, hayranlıklarına tecavüz etmek. Sen büyük patron, milyarder, para babası Eric efendi! Sen mi büyüksün ben mi? Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Dokunma fizyme, dokunma sözlüğüme, dokunma yutubuma, do-kun-ma  bloguma!
Hayır bi dahakine gel de modemimi kapa direk, uğraştırma beni dns ayarıyla bilmemneyle yalama oldu anasını satıyım zaten. Hatta ''Erişilemeyen site yoktur, yanlış dns ayarı vardır.'' şeklinde nurtopu gibi bi Türk atasözümüz bile icat oldu, -trajikomik.

Yalnııız bi yol keşfetmişim gençler, paylaşıyım hemen;
Google'a go.navige.com yazıyosun, o kadar. O  sana ne yapılması gerekiyorsa tarif ediyo zaten. Bir daha dns ayarıyla filan uğraşmıyosun. Işlemi bir kere yapıyorsun ve bilgisayar kullandığın dns'yi otomatik olarak değiştiriyo.^^ İşte bitti gitti:)
Kaldı ki korsan yayın yapan kişilerin bu konudaki teknik bilgileri zaten beni  üçe beşe filan katlar. Yani demem o ki biri bu saçmalığa son versin artık! Çünkü olan bizim gibi amatör takılan amacı yalnızca blog tutmak olanlara oluyo. 


Ben olayın esprisindeyim aslında. Ve aslında da esas yapılması gereken şey böyle geçici çözümler yerine kalıcı çözümler üretmek için uğraşmak. Yani yıl olmuş 2011, hala teknik altyapı yetersizliklerinden dolayı bilmemne, işte kusura bakmayın kurunun yanında yaş da yanıyo demeye getirilmiş eski moda atasözleriyle açıklama neyin yapmaya kalkıyolar, geriliyorum. Ama bide iyi tarafından bakmak lazım dimi ya bide demin dediğim yeni moda atasözüyle açıklama yapmaya kalsalardı “Ben yutuba girebiliyorum, siz de girin” diyen başbakanla aynı pişkinlikle mesela.

Her yerime dokundun zaten, bari #blogumadokunma
-----------


Ps: 'Sansür, iktidar tarafından parası ödenen reklamdır.'' Federico Fellini

Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.

18 Şubat 2011 Cuma

Seni Uzaktan Sevmek Aşkların En Güzeli*



Geçenlerde “Aşk tesadüfleri sever” filminden çıkmışım, çok etkilenmişim, her yerde Mehmet Günsür’ü felan görüyorum, içimden geçen of o neydi öyle be hey yarabbim sen ne güzellikler yaratıyosun şeklindeki kıro söylemlere söz geçiremiyorum ve bi taraftan da "yahu bende buna benzer bişiy yaşamıştım sanki" diye hafızamı kurcalıyorum. Ama şimdi bakıyorum ki ben filmi değil sadece Mehmet günsürü seyretmişim galba hehe. zira benim başımdan geçen  olayla bu film, birbirinden akla bok kadar farklı..
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Sene, geçen sene. Ben yine sanki acayip boş vaktim varmış gibi, bu boş vakitlerimi değerlendirme çabası içinde bi perküsyon kursuna katılmıştım.- İyi ki de katılmışım o ayrı mesele nebiçim bi terapi oldu benim için. Vurdukça rahatladım karşımdaki –işte o gün kime gerilmişsem artık- deyusun yusyuvarlak suratına. Çıbab çıbbab:) -Herneyse onun gösterisi var o gün hepimiz heycanlıyız, gerginiz mikrofonlar ayarlanıyo sound check filan yapıcaz –havalıyım^^- yerlerimizi almışız, karşıda tanıdık bi sima. Bana bakıyo, bende bakıyorum. Uzun uzun bakışıyoruz. Hayır tanıyamadığımızdan, çıkaramadığımızdan filan değil bizim tarzımız buydu onunla.

Liseden tanırım kendisini. Bizden iki sınıf üstteydi ve üst sınıf olmasının ona kattığı bu aşırı karizmadan habersizdi. Tamam, tamam o kadarda ahım şahım bişi diildi hatta çirkindi yok yok resmen götüme kaş gö… tamam her neyse. Aman ne biliyim biz genede bütün kızlar toplanıp ona bakardık mal gibi. O da muhtemelen “ergen çömler ahaha “diye dalga geçerdi bizle, bilemiyorum. Amaa bi zaman sonra  fark ettim ki o da bana bakıyo yahu; kantinde, merdivenlerde, okul çıkışında, koridorda gözleri beni arıyo bildiğin. İşte bende tenefüslerde onun geçebilceği yerlere pusu kuruyorum, elimde defter kitap felan olduğundaysa köşelere pusuyorum ki çarpışma ihtimalim yükselsin kitaplar yerlere saçılsın bu çarpışmadan kendini sorumlu tutsun eziklensin kitapları alelacele toplamaya çalışsın bende yok canım suç sende değil bende yürürken önüme bakmalıydım afedersin diyerek kitaplarımı toplamaya çalışıyım aynı kitaba hamle edelim eli elime değsin o anda gözlerime baksın aman yareppim desin bu gözler.. çok etkilendim senden benimle çıkarmısın desin. Bende bu ne acele be diyim Abaza mısın nesin diye çemkiriyim basıyım tokadı bi güzel arkama bile bakmadan uzaklaşıyım ordan bakakalsın arkamdan öyle. Samimiyetsiz, pis. Aman herneyse. Yaptığım planların hiçbiride tutmadı zaten ama ben yinede umudumu kaybetmedim. Hep onun biz gözgöze bakışırken bana belli belirsiz bi selam verebilme ihtimalini sevdim. Ama yok selamı bırak bi başını bile sallamadı bi hafiften gülümsemedi bile deyus öyle baktı sadece öküz gibi. Sonra da mezun oldu gitti o sene.

İşte o zamandan beri görmedim onu bi daha. Unuttum gitti de açıkçası “neyleyim ben öyle odunu.” Demiştim taa ki onu tekrar karşımda buluverene kadar. Yine bi heycan bastı tıpkı eski günlerdeki gibi. Hayır bide nebiliyim yani böyle çok alakasız biyerde karşıma çıkıverince allahım dedim  bu bi işaret olmalı heralde. Bu iş olsun diye ısrar ediyosun gibime geldi benim.

” Amaa ya beni hatırlamıyosa?” “Peki ya hatırlıyosa!?”  hangisi daha kötü, karar veremedim. Yok yok hatırlamış, bal gibi de eskisi gibi bakıyo öküz öküz. Ama bi taraftan da sanki bu sefer canımlı bakıyo bebeğimli bakıyo.^^

Bu arada bizim sound-check i geçtim konserimiz felan da bitmiş, kokteyl başlamış. Sınırsız içki sebebiyle bizim kafalar olmuş roket. Benim de yanımda kızlar var artık o kadar zaman geçmiş ki -konuşcak bişey kalmamış düşün biz hala bakışıyoruz-  ben çocuğun dedikodusunu filan yapıyorum onlara diyorum işte bizim lisedeydi bu o zamanlar bakışırdık hep bunla üst sınıf diye salyamız akardı heralde pek bi numarası yokmuş aslında filan diye anlatıyorum baya baya. Sonra kızlardan biri dedi “yok be çok da kötü değilmiş kızım gideri var yani” gibi bişiy saçmaladı benim, BE-NİM du bakıyım, 7 yıllık platonik sevdiceğime. Hasiktir!  O kadar olmuşmu lan! Saydım 2 sene okulda bakıştık üstüne de 5 yıl geçti. Total toplamda etti 7 yıl bide üstüne hiç olmucak saçma sapan bi yerde denk gelmişiz -tesadüfün de böylesi- (işte filmle ilişkilendirdiğim kısım tam da burasıydı:) ve bizim geldiğimiz noktaya bak hala bakışıyoruz anasını satiyim. O zaman belki de işaret budur dedim yani olmcak bu iş hani içimde ukde kalmasın diye çıkardı karşıma belkide. Ama yook bu sefer kaderime boyun eğmicem o gelmezse ben giderim diyerek kendimi gaza getirmeyi başardım - Zaten sınırsız içki sebebiyle bizim kafalar olmuştu ya roket. Çok zor olmadı yani gaza gelmek- ve çocuğa doğru yürüdüm. Yürüdüm yürüdüm yürüdüm. Yürüdükçe büyüdü büyüdü büyüdü büyüdükçe değişti değişti değişti. Sağ profilden yaklaştım geldiğimi görmedi. İlk defa onu bu kadar yakından görüyodum. Sonra omzuna dokundum kalbim çıkçak gibi oldu. “Pardon” diyebildim ya saçma sapan “Pardon” ne ya diyebilcek onlarca kelime varken. Döndü, gülümsedi. Donakaldım. Büyükannesini o halde gören küçük kırmızı başlıklı kız gibi bakakaldım. “Ama ama senin dişlerin neden kazma gibi büyükanne” diyesim geldi ve gözaltı torbaların, onlar mosmor. Alnında baya açıkmış ilerde kel kalırsın da sen. Fakat!? Bu ne be?

“Pardon!?..” “ee şeyy ya şey dicektim ben az önce votkamı döktün de!”
“Ah öylemi pardon hemen sana yenisini getireyim kusura bakma” falan dedi.
“Ay yok yook önemli değil, hiiç önemli değil hemde sen keyfine bak görüşürüz iyi eğlenceler bay” aklıma gelen her şey tek seferde çıkıverdi ağzımdan, ordan hemen uzaklaşmak ve o suratı bi kez daha görmemek istiyodum. Onu hep uzaktan gördüğüm haliyle beybifeys haliyle hatırlamak istiyodum o kazma dişlerle değil.

Henüz  iki adım uzaklaşmıştım ki döndüm.

“Aslında dedim sana bişey söylemem lazım. Benim bi arkadaşım senden çok hoşlandı benim yerime ona içki ısmarlayabilirsin belki dedim”

Dönüp, demin benim 7 yıllık platonik aşkıma göz koyan o adi yellozu gösterdim.

EHEHE:)

"Aşk tesadüfleri sever" mi? Bence her zaman değil;)
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ps: Şimdi bu yazıyı okuyorsan itiraf ediyorum o “yapışkan” çocuğu sana ben musallat ettim. Ama hiç yapışkan bi tip gibi durmuyodu valla kusura bakma öptüm çok:)

Ps2: Ha bide, meğersem orda bana gösterilmeye çalışılan asıl işaret o "şeyi" sana afedersin kaktırmış olmam gerektiğiymiş zaten bence, zira benim kısmetim bambaşkaymış^^

Luv Edi 


*Not: Yazının başlığı mesaj kaygısı taşımaktadır. "Benim yalnızca o masum, saf ve temiz anılarımda kalman en iyisi" anlamı içermektedir. Saygılar...

14 Şubat 2011 Pazartesi

Happy Valentine's Day


Yarın sevgililer günü -yani ben yazarken- ve 13 şubat değil, 15 şubat değil her nedense 14 şubat olan sevgililer gününe bi kandil denk gelmekte, ülkemde bu anlamlı ve önemli günün kutlanmak için bi gün önceye veya bi gün sonraya alınması gerektiği tartışılmakta, her sevgililer günü mevzuu olduğunda “niye 13 şubat değil 15 şubat değilde 14 şubat arkadaşım ne kadar sikko, götten uydurma bi gün olduğu buradan belli işte” diyerek konuyu saptırmaya çalışan türk erkeğine bi nebze “al işte 13’üne aldık kutladınmı deyus ya da  15’ine aldık bi çiçek alıp geldinmi (bu arada çiçek almak ne gereksiz bişeydir arkadaş. Şahsen ben bu güne kadar gül satan Çingenelerin ısrarından tiksinip anca “yeterki siktir git başımdan” demek mahiyetinde bi gül alan erkekten başka sevdiceğine gül alan herhangi bi erkek kişisi görmedim ne yalan söyliyim. O zaman ne demeye sevgililer gününde gül ya da çiçek neyin almaya kalkıyosun ki samimiyetsiz deyus sen bişiymi demeye çalışıyosun yoksa inceden. –Aha! Sanırım yarın karşımda elinde bi demet çiçekle beni bekleyen bi erkek kişisi görürsem elindeki çiçekleri başında paralamak için gereken bahaneyi buldum sanırım^^- hayır illaki çiçek almak istiyosan çilekten çukulatadan yapılmış çiçekler var git onlardan al lolipop şeklindeki makaronlardan al hatta onları sepetiyle al bişiy diyen mi var.) yüklenebilme fırsatını vermekte, yurdum gençliği arasında “ağbi kıza hiçbişi yapamadıysan bi kandil mesajı at bari imana gelsin yau ehueehueeöö” geyiği dönmekte,  okulum açılmakta, bense Edi’yle ilk sevgililer günü heycanı içinde uçuşmakta, hazırlanmak için o kuaför senin bu alışveriş merkezi benim koşuşturmaktayım.
Kuaför demişken; bugün kendime dedim “git kendine bi çeki düzen ver  bi kendine gel yarın sevgililer günü hem bu vesileyle şu monoton tipinde bi değişiklik getir hayatında bi kere bi çılgınlık yap bambaşka bi sen ol kendini baştan yarat zaten saçlarının uçları düzleştirmekten laylon gibi olmuş kestir kurtul hem kısa saç sana yakışıyo bilünmü” diye kendimi gaza getirip daldım kuaföre oturdum koltuğa. Oturur oturmaz elindeki suç aletini döndüre döndüre yaklaşan adama –sanırsın vahşi batıda yalnız kovboy billy the kid amk- diyebildiğim tek şey “ucundan acık” oldu. Koltuğa oturunca o gaz vücudumun bi taraflarından kaçtı resmen. Bunu duyunca yılmazcığımın suratı değişti birden dudaklarının kenarına belli belirsiz bi gülümseme yerleşti gözleri parladı. Hassiktir!! O cümleyi kullandım demi ben uçlarından al dedim! Eğer bi bayan kuaförüne gidiyosan o cümleyi asla kullanmaman gerektiğini bilmelisin şekerim. Adamlar pavlovun köpeği gibi ne zaman bu cümleyi duysalar allah ne verdiyse, ağız burun dalıyolar saça. Neyse yaptığım hatanın farkına vardım “şimdi ben sana uçlarından al dedim ya ama boyu kısalmasın, modeli değişsin filan bence ama boyu kısalmasın hehe”  filan diye ezik ezik  konuşmaya çalışıyorum da adamın siklediği yok afedersin. O komutu aldı yardırıyo. Sonuç: Uçlarından alma eylemine saçlarımın rengini değiştirerek tamamen farklı bi yorum getiren kuaförüm yılmaza ayakta alkış. Canımsın^^
Bu arada 14 şubatı 13 yada 15 şubattan ayıran şey hediyedir arkadaş benim için. Hediyesiz sevgililer günü ol-maz bebeğim. Yok kapitalizm, yok emperyalizm zırvalıklarını yemezler cicim. Ha bi zahmet hediye alcaksanda ayıcık neyin alma olur mu alerjim var, kaşıntı yapıyo bende.
Şimdi sen erkek olduğundan sana alınabilecek hediye sayısı sınırlı malesef. Ve pek tabi bende kız olmamın  ve sevgililer gününün 22 haziran değil 5 ağustos hiç değil 14 şubat gibi soğuk bi kış mevsiminde kutlanmasının avantajlarını kullanarak sana bi atkı örebilirim ve bunu "el emeği göz nuru herşeyden değerli parayla satın alamazsın emek sonuçtaa" diyerek bi güzel kaktırabilirim akıllı ol.
Bide şu zihniyette olan tipler var. Sevgilisi olmayan kızlar sevgilisiyle el ele göz göze diz dize olan tipleri görüyo ya gördükçe böyle bi boşluğa düşüyo bi içinden çıkılmaz dehlizlere giriyo falan ya bu kekolar için tam av mevsimi anlicağın.^^ Takdir ettim yaratıcı fikir. Çaresizlik adama neler düşündürtüyo yareppim:)
Yani özetle 14 şubat benim için anlamı ve önemi hediye almak. Şaka lan şaka sevgilim yanımda olsun yeter bişeycik almasada olur sadece yanımda olsun o bana yeter. Yok tamam buda şakaydı,  siz şimdi ilk cümleye geri dönün.
Öptüm;)

Ayy şunu da söylemesem ölürüm. Sevgilisi olmayan kızlar; siz sevgililer gününün hiç umrunuzda olmadığını, zaten sevgiliniz olsaydı da hiç umursamicağınızı normal günden hiç bi farkı olmadığını çok da gereksiz bişey olduğunu falan söyliceksiniz, biz de yemicez. Tamam? Şimdi dağılabilirsiniz.


 -------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ps: Bence sevgililer gününün ana teması; bu günde erkeğin kadını mutlu etmesi gerektiğidir nokta.

8 Şubat 2011 Salı

Ah Bu Ben


Geçenlerde blogumdaki profilimin “hakkımda” kısmını boş bırakmış olduğumu gördüm. Twitterimdaki bio kısmını da. Doldurmaya yeltendim, beceremedim. Az yer bırakmış deyuslar. Ben de bu sayfanın bana tanıdığı sınırsız hakkı kullanmak istiyorum şuan. Bu sefer komikli bi yazı yazmicam. Bu sefer  sadece kendimi anlatıcam. Haberiniz olsun…

Beni tanıyomusun bilmem ama ben kumral, uzun saçlı, hafif balıketli, ortadan biraz halli, kendi halimde bi kızım. Çok da antipatik bi insanım aynı zamanda. Şaka şaka değilim. Ama öyle bi izlenim uyandırırım ilk bakışta. Suratsızın tekiyimdir ama çok gülerim. Güldüğümde de bi boka benzemem, çirkin gülerim. Aslında ağlayınca da bi boka benzemem ben. Bence  her türlü bi boka benzemiyorum ben. İşte buna tüm benliğimle inanıyorum bazen. Hıhı evet.
Hiç fotojenik de değilimdir mesela ben. Maymun gibi çıkarım hep. Özellikle sağ profilime alerjim vardır. Hiç sevmem fotoğrafımın çekilmesini. Gerilirim, gererim.
İnsanların ellerini çok seksi bulurum, uzun ince parmakları, yumruğunu sıktığında çıkan kemiklerin arasındaki oyukları.. yeni tanıştığım insanların ilk ellerine bakarım ben.
 Portakalı da hiç sevmem mesela. Bu da benim herkes seviyo diye sevdiğimi sandığım ama aslında hiç sevmediğimi fark ettiğim ilk şey.
 Hani mesela çocuklar lunaparka gitmeye de bayılır ya, ben hiç sevmedim lunaparkı, sevmem de.. Ordaki oyuncaklar ya çok hızlı ya da çok yüksek.. Ben yüksekten korkarım ki..
Ne zaman bişey olsun istemesem, o hep olur. O yüzden çok korkarım bişey istememekten. Korktukça da hep istemiyorumlu cümleler gelir aklıma inadına.
 Kıskanmış bi kadının şerrinden ölesiye korkarım.  Çünkü kıskanmış bi kadının ne derece çirkinleşebilir bilirim. Kendimden bilirim hemde.
Hayvanları hiç kucağıma alamam. Kırılırlar diye korkarım. İnsanları kırmaktan da korkarım aslında. Ama insanlar hep beni kırar nedense. Belki ben fazla kırılganımdır. Belki de onlar beni kırdıklarının farkında bile değillerdir. Güler geçerim.. Ağlayınca bi halta benzemediğimi söylemiş miydim?
Doğum günümde mumları üflerken hep “mutluluk”  dilerim. Mesela çok param olduğunda da mutlu olurum ben nutellalı ekmek yediğimde de. Aslında çok masum gibi görünen ama çok hayınca bi dilek bence bu. Bi perinin bana çıkıp da bir dilek hakkım olduğunu söylediğinde benim o bir dilekle 100 dilek hakkı daha dilemem gibi sanki. Çakallık yaptığımı düşünürüm. Çakallık yaptığım için de kötü bi çocuk olduğumu. Bu yüzden dileğimin kabul olmadığını, bu yüzden mutsuz olduğumu düşünürüm. Ama sonra yine mutlu olurum, yeniden mutlu olduğumu düşlediğim hayaller kurabilirim çünkü artık.
Herkes beni sevsin isterim, kendimde herkesi sevmeyi.. Ama bu mümkün değil ki. Ben herkesi sevmiyorum mesela, herkes de beni sevmiyo zaten.
Ne zaman türk filmlerinden Canım kardeşimi izlesem katıla katıla ağlarım ben. Çok üzülürüm Kahraman’a :(  
Aslında çok fazla ağlayamam ben. Ağlarım da içime ağlarım hep. Boğazlarım ağrır, yutkunamam.
İnsanlara inanırım ama güvenmem. Sihire inanırım ben. Karanlıkta da uyuyamam hala. Yatağımın altından bi el bacağımı tutcak gibi gelir hep. Işığı söndürdümmü tavşan gibi koşarak girerim yatağıma. Battaniyemin beni koruduğuna inanırım. Kışın da örterim üstümü yazın da.
Sarıyı hiç sevmem. Sarı olan hiçbişeyi de sevmem. İlk adımı hep karşıdan beklerim. Hafiften çaktırılmış sürprizlere bayılırım. Heyecanlandığımda kekelerim, iki kelimeyi bi araya getiremem, saçmalarım. Ağlamak üzere olduğumda  da dudaklarım seğirir, çenem büzüşür. Engel olamam.
Aksini dile getirsem de kadın erkek eşitliğine inanmam. Post-grunge metal dinlerim  ama “fikrimin ince gülü”nü bi başka severim.
Randevularıma hep geç kalırım. Her hastalandığımda öleceğimi zannederim.
Rüyamda genelde köpeklerin beni kovaladığını görürüm. Çekirgeden çok tırsarım. Üzüldüğümde midem ağrır hep. Suçluluk duygusu hissettiğimdeyse kusarım. Kahveyi çok severim. Mesela bi kahve olsam, Toffee nut latte olmak isterim.
----
Yoğurtsuz yemek yiyemem, çilekli puding sevmem, nesquiksiz süt içemem.
Peki, sihire inandığımı söylemiş miydim sana?
Boşver, unut gitsin.

Fikrimin ince gülü
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ps: Profilimdeki hakkımda kısmını doldurdum bu arada. Sonunda beni tanımlayabilecek bikaç sözcük buldum sanırım:)

30 Ocak 2011 Pazar

Tek Yol Alışveriş



Kadınları anlamak imkansız diye iddia eden, bizi ‘beyinleriyle değil hormonlarıyla hareket eden canlılar’ şeklinde itham eden, her hak ettiği fakat beklemediği bi tepki karşısında regl dönemin yaklaşıyo heralde senin diyerek bizleri seksist esprilerine alet eden ‘erkek kısmısı’. Bakın hele size diyeceklerim var.

Eğer bir kadın; fazla dırdır edip her şeyden şikayet ediyorsa, “sen bizim üçüncü bakışma yıldönümümüzü unuttun, beşinci el ele tutuşma yıldönümümüzü hatırlamadın bile sen artık beni eskisi gibi sevmiyon işteeaa” şeklinde sürekli gereksiz bi tripleşme halindeyse, kıyafetiyle içtiği kokteylin renginin uyuşmasını mesele haline getiriyorsa, reklamlara bile katıla katıla ağlamakta hiç bi beis görmüyorsa bilin ki o kadın rejime girmiştir üstüne varmayın. Artık bu kadını ne çikolata, ne dedikoducu arkadaşıyla saatlerce telefonda dedikodu ne de yılın bombası pelinsuyla ayberkin çıkması felan iflah edebilir, durum o derece ciddidir. Ve onu, ancak ve ancak %70’e varan indirime girmiş bi mağaza durdurabilir, emin olun. Size tavsiyem kazananı başından belli olan gereksiz herhangi  bi polemiğe girmekten kaçınınız, bunun yerine onu böyle bi mağazanın yakınlarında bırakınız ve olay yerinden uzaklaşınız.

Eğer bi kadın; bir yere gelmemek için tırt bahaneler uyduruyor, aman canıım hava da ne kadar güzel tam dolaşmalık neden dört duvar ardına kendimizi kapatıyoruz ki tadında edebiyat parçalıyorsa bilin ki sebep çoraplarıdır. O gün ayakkabılarını çıkarma ihtimalini hesaba katmamış olduğundan kendine göre sevimli nispeten daha sıcak tutan ve kıyafetle tamamen alakasız bi çorap seçmişdir. Çünkü ben kıyafetlerimi ayakkabılarıma göre seçiyorum çoraplarıma göre değil mesela. Hatta kıyafetlerime göre de ayakkabı seçmiyorum ben ayakkabıma göre kıyafet seçiyorum öylede garip bi insanım.- O konuya da ayrıca değinicem- İşte o sebepten o ayakkabı o ayaktan çıktımıydı kıyafetin hiçbi anlamı kalmıyo hele bide saçma sapan ördekli kurbağalı bi çorap çıkarsa içinden benim özgüven yerlerde resmen. Öyle bi oluyorum ki iki kelimeyi bi araya getiremiyorum boncuk boncuk terliyorum herkes işin gücünü bırakıp çorabıma odaklanıyo sanki içten içe benimle dalga geçiyo “biz seni böyle bilmezdik kalıbının adamı değilmişsin sen ne biçim bişiymissin meğersem nasılda ikiyüzlüymüşsün kimbilir daha bizden sakladığın neler var yılansın sen yılaağn” diyolar. Terliyorum, kekeliyorum, bağıra bağıra uzaklaşmak istiyorum ordan. O yüzden bırakın aman bişiy olmaz, yok  saçmalıyosun, yok abartıyosun gibi lafları da derhal gidip bir çift çorap edinmesini sağlayın. Evet ne şaşırıyosun gerçek bu. (Bu arada iş çorap almakla bitmiyo,o çorapları birbirinden ayırmak gibi büyük bi dert var ki bunu son anda fark etmek insanı umutsuzluğa, arabeske ve içinden çıkılmaz dehlizlere sürüklüyo. O çok fena.)

Her şey tamam da erkek kısmısı dediğin büyük boy kadın çantalarına niye laf eder, bak onu hiiç anlamıyorum. Yok karadelik gibiymiş, yok kedi girse kaybolurmuş,  nolmuş valizimi toplayıp evden mi kaçmışım falan bi seviyesiz espriler. Bi kere kurban ol sen o çantaya. Hapşırsan selpak bizde, bi yerin sökülse iğne iplik bizde,  acıksan atıştırmalık kraker bizde, naneli sakız bizde, şarj aleti bizde, ıslak mendil bizde, kedi köpek seversin antibakteriyel  jel bizde, senin telefon, cüzdan bizde. Kediyi bırak kendin girsen kaybolursun o çantanın içinde ki bu çok normal. Hayır teşekkür etceğine laf ediyosun, dalga geçiyosun sevimsiz. O cüzdanı almazsam yalnız çantama, kek gibi pantolonunun kıç cebine koyduğun zaman anında yankesicilerin bir numaralı hedefi olursun onu da söyliyim. Ha bide ben çantalarımı kapatmıyorum, üşeniyorum hep fermuarını çekmeye. Ona rağmen bugüne kadar da hiçbi yankesicinin hedefi olmadım allama şükür. Çünkü o da biliyo ki elini soksa kolunu kaptırcak, fersah fersah kaçıyo büyük çantalı kadınlardan. Çaktın?

Bide şu dış görünüşle ilgili olan mevzu var. Televizyonda, internette, dergilerde vesaire gördüğü koca memeli, sütun bacaklı, diri vücutlu kadınları gerçek sanan erkekler; gerizekalısınız.
Sırf erkek milletine yaranmak için kilo verip çöp gibi dolaşan kadınlar sürekli aç gezdiklerinden, biraz balıketli olanlar da çöp gibi olamadıklarından dolayı sürekli bi depresyon halindeler. İki ucu boklu değnek anasını satiyim. Halbusü hayat yiyince güzel, “boşver seni beğenen böyle beğensin bacım” gibi klişeler; ı-ıh yemez ben söyliyim. Çuklatayla da kandıramazsın bu sefer.%70 indirim de bi işe yaramaz. Çünkü beğendiği kıyafet mankendeki gibi durmicak üstünde bedeni olmicak dar gelcek falan bunun ucu intihara gider. Onun için iyisimi bi kozmetik dükkanına yollanmak. İki ruj bi allık bi parfüm, satış elemanının bi iki pohpohlaması; tamamdır.

Bacım bak! Bi iki gün sonra görüceksin ki o taptığın mankenin selülitli görüntülenmiş, ya da bi şarkıcı makyajsız yakalanmış(!) O yüzden iyisi mi herşeyi boşver gir bi markete kendini mutlu etcek şeyler al; cips al intens al. Seni beğenen böyle beğensin şekerim ko götüne:)

Ps:  Gördüğünüz gibi tüm yollar alışverişe çıkıyo:) Ayıktınız mı? Kıpss;)
---
Ps 2: Resimdeki çoraplar bahsettiğim komikli çoraplar.Kız olan Nuray erkek olansa Mert. Çok sevimli değiller mi ama:)

25 Ocak 2011 Salı

Oy Kamilim Kamilim


Uyuyamıyorum ben ya u-yu-ya-mı-yo-rum! 
Pandalı uyku gözlüğümü takıyorum yok, nesquikli ılık sütümü içiyorum yok, alternatif tıbba başvuruyorum papatya çayı demliyorum yok yok yok! Artık son çare koyun sayıcam; bi çiftlik satın alıyorum, içine tavuk, inek, keçi, koyun allah ne verdiyse dolduruyorum, çevresini çitle çeviriyorum ki kaçmasınlar. Sonra bi bakıyorum aman tanrım şirin kulübemin şirin rengiyle çitlerin rengi olağanüstü uyumsuz. Alıyorum elime fırçayı çitleri bi güzel boyuyorum. Hıh? Az önce kulübe mi dedim? Yok yok kulübede yaşamak kim ben kim derhal kaçak kat çıkıyorum üstüne. Yetmez kenarlarına da çıkıyorum arka bahçeye de bi havuz, girişe mermer sütunlar filan ev yıkılıyo. E ev var ortam var çağırıyorum bizimkileri havuz başında partilicez sabaha kadar. Çağırıyorum Patricia Kadın’ı, tembihliyorum bize kanepe felan yapsın. -Hem ben yanında bişi olmadan içemiyorum midem yanıyo benim.- Derken havuzun etrafında bi bağrışmalar bi panik. Meğersem bizim tavuklardan biri havuza düşmüş. “Aman yareppi bunları tamamen unutmuştum ben! Ne işleri var bu hayvanların havuz partimde” Emektar uşak Alfonso’ya sesleniyorum hemen; “Çabuk bunları dışarı çıkar yoksa, yoksa aklımı çıldırıciim!” Alfonso başlıyo tek tek onları çitten atlatmaya. Biir, ikii, üüç, döört, beeş, altıı, …, dohuzbindohuzyüzdohsanyedii, -simdi bunları salcağımıza çayıra, kırpsak ya- ,dohuzbindohuzyüzdohsanseğz - kazak neyin örülür ki bundan-, dohuzbindohuzyüzdohsandoğuz… -Evde kanepe için zeytin ezmesi kalmamış hanımım-
“?!..Git başımdan Patricia Kadın, söyle Seyit Efendiye bi koşu alıversin bi zahmet allamyareppim ya. Neyse dohuzbindo!? Hassiktir!”

Gel gelelim bu hale nasıl düştüğüme... 
“Nasıl olcak sınavlarını çalışmak için son güne bırakırsan olcağı bu” diyen annemin sesini duyar gibiyim. O zaman çaktırmadım ama evet durum aynen de bu genşler. Hayır, yetişmicek çünkü sabaha kadar çalışmam lazım, 7 fincan kahveyi dayıyorum oh mis, deliksiz uyuyorum valla sabaha kadar. Sabah bi kalkıyorum sonra “ananı ski sınavım vardı benim dana gibi uyumuşum bide” oluyorum. -Gerçi çalışmakla çalışmamak arasında 2 puan oynuyo alt tarafı- ama olsun bu işte bi terslik var yinede. Ne zaman sınavlar bitiyo benim uykular kaçıyo. Ondan sonrada “aman sabahlar olmasın” mode ‘on’.

İşte böyle ağız tadıyla bi koyun sayamamaktan sıkıldığımda; ya internette eyleşiyorum yada kaçırdığım dizilerin tekrarı oluyo - elimde muhtemelen bi dondurma kovası – depresyon modunda takılıyorum sabahlara kadar. Ordan oraya zaplarken en çok, fatmagül’ün suçu ne –ki o dizinin adı bence Kerim’in suçu ne olmalıydı. Ona çok üzülüyorum ben.-  bi de “muhteşem sülüman” çıkıyo. İşte bu! Entrika nerde ben ordayım bebeğim^^
E ama tabi bu da insan bünyesi sonuçta kaldıramıyo bu kadar ihtirası entrikayı, acıkıyorum, yiyorum da yiyorum ondan sonra. Fit ve diri vücüdüm da bu durumdan nasibini alıyo tabiî ki ama benim zerre kadar umrumda olmuyo, çünkü yalnızca işime geldiği zaman benimsediğim polyanna stili felsefem tam zamanında devreye giriyo ve “aman iyiki bi totom var ki büyüyo” diyorum:) Ya da mesela ideal kilomu hesaplarken cinsiyetimi erkek yaparsam normal, kız yaparsam 2 kilo fazlam çıkıyo. “bu feysbuk düpedüz cinsiyet ayrımı yapıyo canım” diye düşünüyorum. “yoksa ben normalim hacı esas yemezsem kan şekerim düşüyo benim ellerim felan titriyo sonra, hem can boğazdan gelir be ko götüneee” diyorum dolapta üşümesine kıyamadığım intensimi yerken.

Hayat felsefem, kumandam, dondurma kovam ve ben mutluyduk. Taa ki; sevimsiz ilkokul arkadaşlarımdan birini görene dek. Hani öyle vardır ya “vay, sümüklü selim hiç değişmemişsin ha kerata. Vay keraneci ibo …” tarzda seviyesiz muhabbetler. Hah işte ondan. Bende yürüyorum geçenlerde markete gidicem. Kıçım arabaya yapıştığı için pek yürümem normalde ama o lanet gün hadi dedim bi hava alıyım bari bunaldım otur otur evde. Tam yolu yarılamıştım ki karşıdan biri gevşek gevşek sırıtarak geliyo; bizim "hafif kırık" Kamil. Görsem mi görmesem mi selam versem mi vermesem mi derken;
  “Canım yaa, naaber?”

  “Aaa bah hele şu işe sen gel bunca sene sonra ay tesadüfün böylesi dimi hehe” filan gibi bişiler geveliyorum. “İşte iyilik okul felan nolsun senden naber?”

  “Amaan işte uğraşıp duruyoruz. Du bi bakiyim sana ayol. Hiç değişmemişsin kız, şişmanlamışın ama biraz pörtlerin çıkmış ay Allah karetmesin seni ahaha”

  “Efendim!?”
---
Ama oldumu şindi bu, psikolojimin içine ettin be kelebeğim yaa. Gözlerim adeta böyle dolu dolu oldu.  Bu arada da beynimin savunma mekanizması falan da deli gibi çalışıyo düşüncelerim ordan oraya uçuşuyo;

  “Hayır ben zaten su içsem yarıyo öyle bi bünyem var yani. Zaten de benim kemiklerim iri, istesem de sıfır beden olamıyorum. Hatlarım da yuvarlak benim. Hem en büyük problem de bu zaten hacı; olduğumdan da kilolu gözüküyorum ki ben. Napabilirim yani hayretbişi.”
demeye  hazırlanıyordum ki:
--

  “Sen de leş gibi kokuyon biliyünmü. ” deyiverdim birden! "Ceset falan mı yedin sabah." -Çok gerildim aslında ona ama güya şive yaparak ettiğim lafı şirin gösterdiğimi falan sanıyorum yinede-

Bi an buz gibi baktık birbirimize. Savaş baltalarını çekmiş iki kızılderili gibi sakin, temkinli birbirimizin hamlesini bekledik. Ve sonra:

  “HAHAHA. Espri anlayışından da hiçbişi kaybetmemişsin maşallah”
  “Ayol mersi şekerim:)”

Durdu durdu, ardından yıkıl karşımdan yelloz karı dercesine baktı bana.

Ahah kazanan ben olmuştum anlaşılan:) Bu seviyesiz muhabbetten başım dik, alnım ak çıkmıştım. Ancak gittiğim alışveriş merkezinden bi kucak dolusu eski dostum eti formlarımla döndüm eve. E o kadar da olcak artık:)



Ps: Hayır sen zaten ne münasebet benim kilolarım, yandan fırlamış pörtlerim hakkında yorum yapabiliyosun ki sevimsiz. Kokuş dur şimdi, yumoş…