23 Kasım 2010 Salı

Nerde o eski bayramlar azizim


"Bugün bayram
Erken kalkın çocuklar"

Aman benim için tüm bayramlar bu şarkıyla başlar malesef.
 Ailem “akşam yatmıyosun sabah kalkmıyosun” grubunun en azılı üyesi olan beni; tekmeleme, yorganı üstümden acımasızca çekme, ışık açıp kapama, kulağa su damlatma gibi çağdışı yöntemleri üzerimde deneyip umduklarını bulamayınca, erken kalkılması gereken bayram sabahlarında günün anlam ve önemini yansıtan yüksek volümlü bu şarkıyla beni uyandırma yöntemini keşfetmişlerdir çünkü. 
Kısacası “ne dedin sen, çat!” (bkz. sevda demirel) gibi her ‘ne dedin sen’ sözcük öbeğinden sonra ‘çat’ sesinin kalıplaşması gibi bayram dedinmiydi bu şarkı aklıma gelir hep. 
İrkilirim biraz.

İşte bu yüzden bu bayram diğerlerinden farklıydı sanki.
 İlk defa o şarkıyla uyanmadım çünkü bi bayram sabahı. 
Dedem bana bayram harçlığı vermedi ilk kez. 
Bayram ziyaretleri de yapmadım.
 Sıradan, “ee sen nasılsın evladım” diye soran teyzenin karşısında sıramın gelmesini beklerken gerilmedim ilk defa.
“Ah nerdee o eski bayramlar” diyen bi aile büyüğüm de yoktu bu sefer.
Sağolsun eşşek kadar olmuş kuzenimin de elimi öpmüş olması, psikolojimde derin yaralar açtı bu bayram.
Sacta pişirilen etin de tadı yoktu. 
Keramet  ateşin başındaki kalabalıktaymış meğersem.
Kapıya gelen şeker verice bozulan ama para verince de ayakları kıçlarına değe değe markete kız kaçıran almaya koşan çocukların bile eksikliğini hissettim içimde.
 Çocukluğum geldi aklıma hüzünlendim.
 Ve de aklımdan geçirmeden edemedim

Ah nerdee o eski bayramlar…



Ps: Ama yinede varya  “nerde o eski bayramlaar!” diye ortamı geren aile büyüğüme, "bu bayram da 20 sene sonra eskiyecek, tadını çıkarmaya bak" derdim  heralde ehe:)






14 Kasım 2010 Pazar

Sorun Beden Ölçünde Değil, Sen Takma Kafanı



YehuuJ o dört gözle beklediğim kredim nihayet yattı, bayramda geliyo.. e daha ne olsun vakit kaybetmemek alışverişe çıkmak lazm:)
Kredim yattı demişken..
Bi ağlamaklı oldum bak gene sevgili okuyucu.
Üzerinde 'donkey' yazan bi külahla sınıfın köşesine oturtulmuş şımarık veled gibiyim; yüzsüz çaresiz, ezik..
Yahu yine trafik cezası yedim iyimi
Lanet olsun yaa neden ben tanrım nedeen?
Hayır ben cidden anlayamıyorum nasıl oluyo bu yaa?  Nasıl da içeriği hiç değişmeyen bu tuzağa periyodik olarak düşmeyi başarıyorum hayret!
Ya da şu ihtimalden feci şekilde şüphelenmeye başladım:
-Tüm birimlerin dikkatine; o arabada keriz var tekrar ediyorum o arabada keriz var.
Geçebilitesi yüksek tüm güzergahlara pusu kurula..kolay gelsin kırkbeşkırk tamam.
-Anlaşıldı merkez tamam.
--
Artık öpülmüş yanağın davası olmaz, gitti kredinin yarısı.
Neyse kalan miktarla bi heves bi heyecan çıktım alışverişe.
Levis yeni pantolonlar çıkardı ya -hani kaç yüz kilo olursan ol belini ince poponu kalkık gösteren- hah işte onlardan. Alıcam koydum bi kere kafama.
Reklamını görmüştüm ilk, gayet kendinden emin karizmatik  bi ses diyo ki :
“Sorun beden ölçünde değil bebeğim, sorun şeklinde .) ”  Derken de hafif bi gülümseme var suratında gözlerini kısmış eli de çenesinde, bana göz kırpıyo o tapılası ses.
Gözlerim bööle çipil çipil, ekrana bakıyorum (o.o)
“Evvet taaabi yaa işte buu!” ama nasıl kafamda şimşekler çakıyo
“Biliyodum ki ben zaten, sorun şekilde yani hacıı.” “Hıhı evet”
O an “Hah” dedim “tamam işte budur.” Senelerdir yaşadığım yok aman fazla kaçırmiyim totom büyür yok onu yemiyim göbek yapar işkencesi bitti gitti:) Gitcem, o pantolonu alcam ve hayatıma yeniden temiz bi sayfa açıcam, işte bu kadar:)
Ertesi gün gittim ve kelimenin tam anlamıyla yardırdım mağazanın ortasına. “Onlardan istiyorum” dedim. “Hemen”
Tabi bunu belki o heyecanla “heböle hubulub” şekinde söylemiş olabilirim, bilemiyorum. Zira o sevimli satış elemanı bi iki saniye kadar anlamsızca suratıma baktı; ta ki ağzımdan “Hemen” anlamına gelen “Blub” sözcüğü çıkana dek.
“Ölçü almam lazım” dedi izin verdim. Baya baya ölçtü bu arada, resmen her santimetrekaremi not aldı. Hadi onu geçtim bide o rakamlarla karışık hesaplar falan yaptı ya bildiğin bilimsel çalışmış adamlar helal olsun. Tabii kolay mı Dünyanın dört bir yanındaki 60.000 kadının bedenini 3 boyutlu olarak taramak, şekle uygun -zayıf, normal, kalın- kalıplar tasarlamak, “jean tarihini baştan yazmak.”
Hesap kitap bitti, ‘demi curve’ olduğuma karar verildi . Eleman elinde bi pantolonla göründü.- Ay çok helecanlı.)- Geçtim kabine ; “Aman tanrım! Bu çok güzeel” şeklinde haykırarak kabinden çıkmak istiyorum ama yok, çıkamıyorum. Bi terslik var? “Aman tanrıım! bu bok gibi!?
Fakat nasıl olur? Bilim nasıl yanılır yahu? Ama  benim sorunum şeklimdi hani? Ama ama?!
------
Hayır bi yerden işkillenmem gerekirdi. Madem beden ölçüsünün bi önemi yok ne diye -hadi o daracık kotları geçtim- iğne deliğinden geçebilcek o anoreksik kemik torbası Amy Winehouse kılıklı kızları oynatıyosun reklamında deyus.
-----
O çipil çipil heycan dolu gözlerim yerini hayal kırıklığına uğramış hüzünlü yaşlara bırakmıştı. Çıktım.
Köşedeki markete uğradım. “Bakkal amca bana bi eti form.” dedim. Anlayan gözlerle bana baktı. Ben de “sen asla  anlayamazsın” gözlerle..
Eve çıkarken de merdiveni kullandım..

Ps: Duyduğuma göre  Curve ID modellerde zayıf model “Slight Curve (Zarif Kıvrımlar)” Lucy Liu’nun, normal olan “Demi Curve (Doğal Kıvrımlar)” Charlize Theron’un, kalın olan ise; Bold Curve (Çarpıcı Kıvrımlar) Beyonce’nin vücut tipine uygun olacak şekilde tasarlanmış. Falan filan..
 Ya sen git modanı yap arkadaşım,501 in 502 sini yap ne biliyim tek cepli pantolonlar filan tasarla. Biz balıketli kadınların duygularıyla oynama yahu.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Kıskanırım Seni Ben!


Bu gün maşallah götüm gibi gelen; soğuk, ıslak -ve tekrar soğuk- ama bi o kadarda ‘The Notebook’ filmindeki “yağmurda sevgiliyle el ele yürüme” parodisini bize yaşatma fırsatını veren kasım ayının şerefine sahilde yürüyüşe çıktık.
Ufukta bi çift görünüyodu. Tartışıyorlardı sanırım, zira bize kadar gelen bağırışmaları romantik ambiyansımızın ta içine etmişti.
Belli ki çocuk kızı çok bunaltmıştı üstüne bide kalkıp ona bağırıyodu seviyesiz. -Ya da ben tamamen feminist içgüdülerimle bütün suçun çocukta olduğunu düşünmek istedim, bilemiyorum- Mevzu da kıskançlıktı besbelli. Çocuğun böğürerek ettiği hakaretlerden bazılarını seçip tanımlayabildiğim vakit, bu kanıya vardım. Kız da o kadar zavallı görünüyordu ki, belli yani bi suç işlemiş çıkaramıyodu sesini hiç.
Ama çocuk da kim bilir kızı nası insanlıktan çıkardı, nası bi dehlizlere sürükledi de kız tüm bu hakaretlere sessiz kalabilcek bişiler yaptı?
--
“Hıh ne yaptıysa yaptı, yerden göğe kadar haklıdır bence.”
Edi:
“Hah olayı kafanda kurduğun yetmedi de bi yorum yapmadığın kalmıştı üstüne. İşi gücü pencereden insanları dikizlemek olan kocakarılar gibisin!” diye söyleniyordu ki ;
“Yok artık!”
“Ne var?”
Tüm algı gücümle o çifte yoğunlaşmış olan ben, bi ara kızın kendisine bağırıp hakaretler yağdıran o kekomançi tipli hödüğün peşinden gittiğini görür gibi oldum!
“Yok daha neler! Ben olsam hayatta gitmem peşinden o deyusun!”
“Ahaha bah hele, sen olsan n’aparmışsın bakalım?”
-----
Ben olsam o öyle olmazdı işte… Ben olsam o ayının peşinden gitmezdim işte…  Bana kıskanç manyak paranoyak şuursuz karıı’ diye tükürükler saça saça höykürcek kekonun ben alnını karışlardım işte…
Hem bence varya o çocuk karaktersizin teki. Kim bilir her masum ayağıyla avına yaklaşan o yollu sürtüklere yaranmak için ne maymunluklar ne komiklikler yapmıştır deyus. Bi cıvık cıvık tavırlar, hareketler. Ben bilmezmiyim malımı. Her tanıştığıyla samimi olmasa götü çıkar ya gerizekalının.
Sonra birden fark ettim ki mesele benim meselem, kıskanan da aldatılan da ben olmuştum! -Aldatılmak nerden çıkmıştı şimdi tam olarak bilemiyorum ama- artık kan beynime sıçramış, alt dudağım seyirmeye başlamıştı bile.
Ben olsam, önce o yollu sürtüğün hakkından gelirdim. Kızı yere sabitleyip afrika çöllerinde üstüne bal dökerek karıncaların onun frenç manikürlü tırnaklarından başlayıp tamamını kemirmesini izlemek ya da cımbızla 3 yılda onu kemiğine kadar yolmak fikri çok cazip gelmeye başlamıştı bile..Hatta ve hatta kadın olmanın -ama kıskanmış, kıskançlıktan deliye dönmüş bıraksan dünyanın fitilini ateşleyebilcek, evil women top 10 listesini baştan yazabilcek elizabeth bathory’yi tahtından edebilecek, insanlik için tehlike arz eden kadın olmanın-  nimetlerini kullanarak pek tabii kendim de bi işkence aleti tasarlayabilirdim. Mesela boynuna bi ip bağlayıp ayaklarının altına da alçalıp yükselebilen bi platform yerleştirirdim. Onun da üstüne basınç noktalarını ve şiddetini ölçen piezotronik basınç sensörlerinden -çok teknik konuşuyorum, hayırdır insallahJ- yerleştirmeliyim ki hareketi algılayabilsin. (Hani şu Nintendonun lanet olası sevimsiz mühendislerinin benden önce tasarlayıp hayata geçirdiği, hareketleri doğru yapıp yapmadığını kontrol eden, arada da şakalar yapan wii’nin gereksiz fitness oyununda olan step tahtası görünümüne büründürülmüş ‘şey’den.) Böylece o lanet sürtük hareket ettikçe switch hareketi algılayacak, platforma sinyali çakıcak, platform da alçaldıkça ip yavaş yavaş boynunu sıkmaya başlıcak.. Gerisini al eline bi kilo çiğdem izle. Hahha:)

Gel gelelim bizim tırtoya. O da benim şerrimden nasibini alcak elbet;
1-Öncelikle sosyal paylaşım sitelerinde adına bi üyelik alıp, kabak gibi resimlerini de koyup, profilini de “gay” yaptımmıydı geriye sadece okulu ve çevresinin onu görebilceği yerlere üye yapmak kalıyo.
2-Eşcinsel dergilere abone olup adres olarak onun ev adresini vermek ve derginin herhangi bi sayısının ailesinden birinin eline geçmesini beklemek de eğlenceli olabilir.
Bunlar sadece planlarımın ‘psikolojik savaş’ kısmının küçük bi bölümü. Daha onun naçiz vücudundan sabun yapmak olsun, bi takım uzuvlarından boynuma kolye yapmak olsun, fantastik fikirlerim mevcut fakat burası genel izleyici kitlesine hitap eden bi blog olduğundan o konuya burada girmek istemiyorum şimdi. Ama, eğer ki başıma böyle bişi gelirsee, işte o zaman neler yaptığımı akıl hastanesindeyken yazdığım “bir psikopatın günlükleri” serisinden takip ediceksiniz muhtemelen. Evet “günlük-leri” oluşturabilecek kadar çok orijinal fikrim var açıkçası:)
-----
“Heey! n’aparmışsın dedim?” 
“Hiiç” dedim. GülümsedimJ “Bırakırım gitsin gerizekalıyı. Elimi sallasam ellisi”.
Pek inanmadı ama olsunJ
Sonra da yürüdük gittik kendi halimizde, ıslana ıslana..;)

Kıskanan insanın napcağı belli olmuyo cidden, ben bile kendimi tanıyamıyorum be, o derece :P
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ps: Bu hikayedeki olay kişi ve kişilikler tamamen hayal ürünüdür. Biri hariç ^ ^
Ps 2: Ha bi de geçenlerde katıldığım dünya hiçbir şey satın almama günü etkinliği vardı ya. Onunla ilgili olarak gayet başarılı olduğumu söylemek isterimJ Hayati ihtiyaçlar dışında tek bişey almadım vallahi. Ama o minik sevimli pufidik tüylü pembiş pompiş köpecikli kulaklık yokmuJ Benim için tamamiyle hayati bi ihtiyaçtı ve onu satın almak kesinlikle paha biçilemezdi. Geri kalan her şey içinse; Edi:) Sonuçta o bu etkinliğe katılmadı, dimi ama:P



17 Ekim 2010 Pazar

Bir Alışverişkoliğin İtirafları



Uzun süredir bir alışverişkoliğim ve de durumum hiç iyiye gitmiyor.
İsviçreli bilim adamları  ‘saçın yarısını normal şampuanla yarısını clear'le yıkamak kadar orijinal bi test metodu’ ya dasekiz açılı diş fırçası’  neyin icat etmek yerine benim gibi alışverişkolikler için bi ilaç bi şurup falan üretseler ya. Zira her geçen gün battıkça batıyorum. Baksan fotokopi çektircek param yok ama gelsin elbiseler gitsin çizmeler, gözlükler.
Artık kredimin yattığı gün adeta bi bayram havası bi doğumgünü bi yılbaşı benim için. Hatta gerçek yılbaşından o kadar haz almıyorum o kadar söyliyim:)
--
Yine böyle bi kredi günüydü. Lanet olsun öyle bi güne denk gelmişti ki hayatımda ilk defa alışveriş günümü aksatma tehlikesiyle karşı karşıyaydım god dam it!
Dişçi randevumu hayati gerekçelerle erteleyerekten çıktım alışverişime. Kutsal mekanımda aldım soluğu.
Elbiseler, etekler, babetler.. Hepsini, hepsini almalıydım. Doldurdum sepete. Fakat bunların hepsini alamam kasada “Bakiyeniz yetersiz hanfendüü” şeklinde sevimsiz bi uyarıyla karşılaşmıcak kadar şuurumu kaybetmedim henüz. Geçtim kabine, eleme yapıcam. Ha bu arada o kabindeki eleman varya; canımsın. Bana gevşek gevşek “Varyaa yemin ederim olağanüstü yakıştı.” “Bence varya mor tam senin rengin.” “Bu elbise sanki sadece senin için yaratılmış aman tanrım yok böyle bi güzellik” filan dedikçe onu göğsüme bastırmak, şefkatle okşamak, hiç ama hiç bırakmamak hatta eve alıp beslemek istiyordum.
Ama sağolsun eleme yapma konusunda bana faydası sıfırdı. Umutsuzca elimdeki yığını karıştırırken çirkin bi bez parçası geçti elime, bi 'bolero'. “ıyy” dedim "ben bunu nası almış olabilirim ki. Hem tarzım değil bikeree. Yo yoo almış olamam karıştı heralde ben bunu üzerine para versen yer bezi yapmam yahu”  diyerek bi kenara fırlatıp  kasaya doğru yollanmıştım kii:
 “Ay bu çok güzeeaal!”
Döndüm arkamı ve gördüm o’nu işaret ediyodu. O demin yer bezi olarak nitelendirip aşağıladığım bez parçasını..
“Ne? Aman tanrııaam olamaaaz! Ben bu hatayı nası yaptım!?”
O anda zaman durdu sanki. Benim gardırobumun nadide parçası olacak boleroya göz koyan o aşağılık sürtükle göz göze geldik. Birbirimize sanki depar atmaya hazırlanan Etiyopyalı atletler gibi baktıktan sonra ağır çekimde hedefe koşmaya başladık. Koştuk koştuk koştuk.. -Taamam tamam abartıyorum, elimin altındaydı zaten- Ve tuttum! “O” ‘gardırobumun nadide parçası’ artık elimdeydi:) Durdum;
‘Hahaa onu ilk ben gördüm o benim anlıyomusun ha anlıyomusun benim, seni pis sürtük’ bakışı attım. Onunkiyse ‘kafan kopsun lanet kaltak’ bakışıydı.
Sıfırı tüketmiş biçimde eve döndüğümdeyse mağrur fakat gururluydum taa ki fotokopi çektircek kadar bile paramın olmadığını fark edene dek.
 ---
Sonuç: O boleronun henüz yüzüne bakmadım. Bırak yüzüne bakmayı etiketini bile çıkarmadım. Gardırobumun ‘en nadide parçası’nın gardırobumun kimbilir hangi ücra köşesinde olduğu hakkında en bi fikrim bile yok. Belki annem onu çoktan yer bezi yapmıştır bile bilemiyorum. Ahı mı tuttu nedir sevimsiz şeyin. Zaten annemde artık bu konuda bi psikoloğa görünmem gerektiği konusunda ısrarlı ama ben aynı şeyi düşünmüyorum ve bu düşüncemi yukarda koyduğum fotoyla iletiyorum kendisine:)Yalnız bu konuda bildiğim bişey varsa o da bugün o kadınla karşılaşsam bana “hahhaa nasılda aldırttım o paçoz şeyi sana, nasılda oyuna geldin ama” şeklinde kafiyeli bi bakış atcağıdır..


Ps: Bu etkinlik benim alışverişkolikliğimden kurtulmam için iyi bir başlangıç olucak gibi J
Ps 2: Yok yok bu etkinliğe katılmak artık benim için zorunlu değil mecburi. Zira meteliğe kurşun atmaktayımJ Bu sadece herhangi bişey  almaya param yetmezse kullanabileceğim ideal bir kılıf;)



5 Ekim 2010 Salı

Bir AB Gençlik Projesi: "Geri Dön Bir Bak"

"Yaratıcı Deli Kızlar" Ayşecan Hizmet, Şerife Gamze Ökte, Gülay Yıldırım, Ayça Çiftçibaşı ve Burçin Koçoğlu.
 Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları kapsamında Akdeniz Üniversitesi bünyesinde Mayıs 2010 tarihinden beri mükemmel bir proje yürütüyorlar: "Geri Dön Bir Bak".

Tamamiyle atık malzemelerni geri dönüşümünü hedefleyen çevreci misyonuna sahip bu projenin koçu ise Akdeniz Üniversitesi Dış İlişkiler Koordinatörü Tuğçe Çiftçibaşı Güç.

07.07.2010 - 24.09.2010 tarihler arasında üniversiteli gençlerle gerçekleştirdikleri atölye çalışmalarında  şişelerinden dünya bebekleri, şişe mantarlarından biblolar, gazoz kapakları, pet bardaklar, ceviz kabukları, çakıl taşlarından pek çok takı, ev eşyası, dekoratif ürün gibi pek çok yaratıcı tasarım ortaya çıkarmışlar ve AB'li parlamenterleri de etkilemeyi başarmışlar. Aynı zamanda basının da dikkatini çekerek projenin misyonunu geniş kitlelere ulaştırmış, geri dönüşüme ve bunun çevreye sağladığı avantajların büyüklüğüne dikkat çekebilmişler.

Atık malzemelerin hammadde olarak kullanılması çevre kirliliğinin engellenmesi açısından önemine örnek vermek gerekirse; kullanılmış kağıdın tekrar kâğıt imalatında kullanılması hava kirliliğini %74-94, su kirliliğini %35, su kullanımını %45 azaltabilmektedir. Örneğin bir ton atık kağıdın kâğıt hamuruna katılmasıyla 8 ağacın kesilmesi önlenebilmektedir.

Projenin amacı sadece geri dönüşüme dikkat çekmekle sınırlı değil. Turizmin başkenti Antalya'da otellerle iş birliği yaparak gençlere iş kaynağı oluşturmak tasarlanan ürünleri turistlere sergilemek ve bu ürünleri pazarlamak da projenin sağlayacağı avantajlar arasında..

Böylesine mükemmel bi proje çerçevesinde oluşturulan sergiye muhakkak katılmak destek olmak isterdim; ancak serginin şu an antalya'da bulunmasından dolayı bu benim için pek mümkün olmadı. Bu yüzden bu projeyi buradan duyurmak istedim. Çevreye duyarlı herkesin bu sergiye katılmasını şiddetle tavsiye ederim.


ydk
GERİ DÖN BİR BAK SERGİSİ�
 TARİH: 01- 06 Ekim 2010
YER: Akdeniz Üniversitesi Sanat Galerisi
AÇILIŞ GÜN: 1.10.2010 Cuma günü
AÇILIŞ saat: 16.30


http://www.abvizyonu.com/ab/ab-genclik-projesi-geri-don-bir-bak.html

1 Ekim 2010 Cuma

Keşfedilmeyi Bekleyen Ayakkabı(!)lar..




Bu tasarımlarla tesadüfen de olsa karşılaşmış olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum: RenuRenu Shoes
Resimleri ilk gördüğümde gördüklerimin birer ayakkabı mı yoksa bi sergiden fırlamış sanat eserleri mi olduklarına karar vermekte güçlük çekmiştim ama şimdi şundan eminim ki; başta onları ayakkabı olarak nitelendirmiş olduğumdan dolayı kendimden utanmalıyım :)



Ancak benim bu konuda hayal kırıklığına uğradığım tek şey bu ayakkabıların -ne yazık ki- henüz birer dijital çizimden ibaret olmaları. Ama işte esas meseleyi daha da ilginç hale getiren de buradan sonrası oldu benim için. Çünkü bu ayakkabıların 31 yaşındaki Sırp tasarımcısı Dunja Seselja’nın ayakkabıları üretime geçirmesi için tek bir şartı var: Hepsinin vegan-dostu ayakkabılar olarak üretilmesi!



Kendisinin de uzun zamandır sıkı bir vegan olması onu  cruelty-free ürünlerin (üretim aşamasında hayvanların istismar edilmediği ve gerçek deri ya da kürk gibi malzemelerin kullanılmadığı ürünler) kullanılacağı ayakkabı piyasasına yönlendirmiş olmalı ki çizimlerinin ana fikrini   “daha yenilikçi bir stil sunarak bu piyasaya katkıda bulunmak” olarak belirlemiş.


 Ayrıca vegan olmayan ve deri ayakkabılar tercih etmeye devam eden müşterilerin de ilgisini çekebilmek için tasarımlarının ilginç ve benzersiz olması gerektiğine inanıyor. Ve ben bu fikire bayıldım doğrusu :) Şu an tek ihtiyaç finansal destek! Umarım gelecekte bu çizimler gerçek birer ayakkabı olarak karşımıza çıkar ve onları azmin ve hayvan sevgisinin birer eseri olarak –eh tabiî ki bide ayağımıza geçirmeye kıyamayacağımızdan- vitrinlerimizde yerlerini alırlar :)



 BAYILDIM!!

27 Eylül 2010 Pazartesi

Hiper-Realist Kareler(!)

1979 İran doğumlu Iman Maleki, fotoğraf kalitesinde yaptığı hiper-realist çalışmalar sayesinde büyük ün kazanmış bir sanatçı. 15 yaşında iken ilk ve tek hocası, İran'ın en büyük realist ressamı Morteza Katouzian'dan ders almaya başlıyor. 1999'da  Tahran Üniversitesi Grafik Dizayn Bölümü'nden mezun olduktan sonra bir stüdyo kurup ders vermeye başlıyor.

Sanatçının detaycılığına ve yeteneğine hayran olmamak elde değil. Yaptığı tabloların hiçbiri ilk bakışta fotoğraftan ayırt edilemiyor! Çalışmalarını ilk gördüğümde verdiğim tepki "Aman tanrım! Kesinlikle 'muhteşem'in anlam bulduğu resimler bunlar." olmuştu. Fazla da söze gerek yok zaten. 
  
  Bana kalırsa herkes duymalı, herkes öğrenmeli, herkes yaptığı resimleri muhakkak görmeli...

                     http://www.elegantbay.com/iran/maleki/iman.htm



http://www.facebook.com/photo.php?pid=393251&id=111656412197678&ref=fbx_album&fbid=157872644242721

26 Eylül 2010 Pazar

Bunu Ben Yapmadım Siz Yaptınız!

Eklektik Osmanlı Mimarisinin Anadolu'daki İç Huzura Katkısı ya da Halk Arasındaki Adıyla Mustafa Kemal'in Türbesi

Tophane'de yaşanan olaylar malum.
Mahallenin değerlenmesi sonucu oluşan sosyo-kültürel değişim çatışması, üst sınıf sergi açılışları, Hollywood tipi gösterişli işler tarafların birbirlerinin yaşam tazlarına gıcık olması hatta nefret duyması işi şiddet boyutuna kadar taşımış. 
Yani özetle içki meselesi bu işin yalnızca bize aksettirilen kısmı..
 Ancak bütün bu olayların gölgesinde kalan ve malesef ki bunu hiç haketmediği halde en çok etkilenen Extramücadele'nin ilk kişisel sergisi olan “Bunu ben yapmadım, siz yaptınız.” oldu.
'Extramücadele' kendi deyimiyle “her biri ayrı tür mahalle baskısı altındaki hayali müşterileri için işler üreten hayali bir grafik şirketi”.
Aynı zamanda 1997 yılından beri süren bir sanat projesi.
Extramücadele'nin açılamayan “Bunu ben yapmadım, siz yaptınız” adlı sergisinde yer alan işlerden bazılarını burda sergilemek dolayısıyla  "Madem bu işlerin üzerine biber gazı sıkıldı, burada sergileyelim bari yerimiz el verdiğince" diye düşünen bazı duyarlı köşe yazarları ve sanat eleştirmenlerine buradan destek vermek istiyorum.  
DipNot: Extramücadele / 2010 Bunu ben yapmadım, siz yaptınız.
21 Eylül – 13 Kasım, 2010
tarihleri arasında açık.
Bilginize...


Nereden Bakıyorsan

Cumhuriyeti Türkiye



Melek Atatürk ya da Rodin Kemalist Olsaydı

Extramücadele'nin diğer ilginç ve görülmeye değer çalışmaları için:

 http://galerinon.com/tr/extrastruggle-i-didnt-do-this-you-did

 
 



24 Eylül 2010 Cuma

Dalton Getty'den Hayret Verici 'Kalem Ucu' Heykelleri!



Eğer kurşun kalemlerin sadece çizme, boyama ya da not tutmak için birer gereç olduklarını düşünüyorsanız; kesinlikle yanılıyorsunuz!





45 yaşındaki marangoz Dalton Getty 25 yıldır sıradan kalemleri inanılmaz minyatür heykellere dönüştürüyor. Üstelik bunu yaparken büyüteç dahi kullanmıyor.
 "Ben öğrenciyken arkadaşlarım için hediyeler yapardım. Bu hediyeler üzerlerine kendi isimlerini oyduğum kalemlerdi. Bu hobim beni heykel yapmaya kadar götürdü ve sonra bunun için en uygun olan şeyin kalem ucu olduğuna karar verdim." diyor usta.




Üzerinde çalıştığı malzemenin oldukça kırılgan ve hata kabul etmez bir yapıda olduğundan yalnızca bir heykelcik için aylarca çalıştığını, minyatür alfabe koleksiyonu içinse tam 2.5 yıl uğraştığını söylüyor. 
Ancak buna rağmen o; neşter, dikiş iğnesi ve birkaç özel bıçakla harikalar yaratmaya devam ediyor.



Daha fazlasını görmek için:

Bir Garip Fotoğraf Hikayesi

 


 Jill Greenberg, her yıl aldığı ödüllerle büyük yankı uyandıran sıradışı bir fotoğrafçı.
 "End Times" adlı fotoğraf koleksiyonunda bebeklerin ağlama anlarındaki ifadelerini fotoğraflamış.
Ancak koleksiyonun asıl ilgi çeken tarafı fotoğraflar değil bebeklerin ağlama anlarının oluşturulma biçimiydi. Çünkü Greenberg bu anları bebeklerin ellerine birer lolipop vererek ve en keyifli noktasında geri alarak yakalayabilmiş.
 Bu yöntem çevreler tarafından etik bulunmasa da sanatçı bu koleksiyonun amacını “Çocuklar eğer dünyanın gidişatının farkında olsalar, nasıl da üzülürlerdi” şeklinde açıklayarak kendini savunmuş.
Bence Greenberg'in bu koleksiyonu her şeye rağmen görülmesi gereken bir koleksiyon olmuş...
"End Times" koleksiyonun diğer fotoğraflarına ulaşabilmek için
linkine tıklamanız yeterli.